0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

17. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KALP KIRILDIKÇA ÇOĞALIR."

Konuşman lazım,
Kelimeler ağzında ama konuşamıyorsun.
Dudaklarında bir şey var.
Dikişler,
Dikmişler mi?
Onları söküp atmak, bağırmak mı istiyorsun?
Elin dudaklarına gidiyor,
Dikişlerini sökmek istiyor.
Dönüp de bir aynaya bakmıyorsun...
Seni susturan şey, dikişler değil, ağzına örttüğün elinmiş...
... görmüyorsun.
Kimse seni susturmuyor, sen susuyorsun.
Çünkü kalbini o kadar kırdılar ki,
Konuştukların yüzünden öldürülmektense, susarak kendini öldürmeyi tercih ediyorsun.
Kimsenin cinayeti olmuyorsun, kendi intiharını gerçekleştiriyorsun.

Kâbus görüp de atamadığım çığlığım göğsümde büyüyerek kafamın içinde titreşimlere sebep olduğunda ve sert şekilde kulağımda uğuldayarak, atabileceğim herhangi çığlıktan daha yüksek sesli olduğunda, gözlerimi kan ter içinde açarak tavana baktım.

Elim yanıma kaydı,
Duman'ı aradı.

Yaşıyordu. Buna neden inanamadım bilmiyorum ama tavandaki iri gözlerimi soluma doğru düşürerek yastığın ucundaki herife baktım. Başını sol yanıma, kalbime doğru yaslamış, bacaklarını kendine çekmiş ve elleriyle yastığı sıkarak uyuyordu. Odanın içerisi karanlıktı. Birkaç saat sonra gidecek olmama rağmen şimdi geri uyuyamıyordum. Vücudumu yukarı çekerek doğruldum, sağ tarafta kalan komodin üzerindeki abajuru yaktım. Ortalıkta kızıl bir ateş parlamış gibiydi. Onun yüzünü seçebileceğimi anlayarak tekrardan sol tarafıma döndüm ve yastığa düşmüş başına baktım. Bu noktada görmekte yetmedi ve ben uzanarak parmak ucumla damarının üzerine dokundum. Nabzı sakin, telaşsız, sanki huzurluydu. "Yaşıyorsun," dedim, alnım kırışırken. "Yaşıyorsun eski aşığım."

Parmaklarım o damarının üzerinden yavaşça yukarıya çıkarak yüzeysel şekilde yanağını okşadı ve sanki tüm hücreleri elimin içine toplandı. Ten ısısı normaldi, henüz ölmüyordu. Nefesleri düzenliydi ve uykusu derin görünüyordu. Vücudu, geçen aylara göre daha zayıftı ve sürekli zayıflayacakmış gibi geliyordu. Nemli saçlarına uzanarak onları alnından aldım ve başının arkasına vererek alan açtım. "Sende ne var bilmiyorum ama bana hüzünlü hissettiriyorsun."

Alnımı ovalayarak boş bakışlarımı camdan dışarıya düşürdüm ve perdenin üzerine yatmış ay ışığını gördüm. Üzerimdeki kazağı çıkararak atletle kaldıktan sonra kazağımla terimi silmeye çalıştım ama fayda etmedi. Yorganı bacaklarımdan kaldırarak ayaklarımı yere bastım ve o hâlâ uyurken kıyafet dolabına yürüdüm. Dolap kapaklarını açtım ve elime ilk geçen şeyi, siyah tişörtü başımdan geçirdim. Kendimi daha serinleşmiş hissederek yatağa baktım. Uykum kaçmıştı.

Bir kalbimi göğüs kafesimin içinden söküp aldı.

O biri...

O birisini düşündüğüm esnada karnıma sertçe saldıran ağrı karşısında bir an duraksadım ve afallayarak iki büklüm oldum. Siktir! Bu ağrıyı tanıyordum, regl ağrısı, sancısıydı. Ellerimi tişörtün üzerinden karnıma yaslayarak kasıklarımdaki ağrıyı savuşturmaya çalışırken, saçlarımın ucundaki lastiğin yere düştüğünü gördüm. Dolaba yaslanarak sızlandım. "Bir bu eksikti!"

Dişlerimi sıkarak doğrulmaya çalıştım ve aynı anda ağrının şekil değiştirerek sırtıma da vurduğunu hissettim. Pede ihtiyacım vardı, ne yapacaktım? Belki Ada'dan alabilir, ihtiyacımı giderir ve sıcak su torbasıyla bu ağrıyı halledebilirdim. Buna inanarak ileriye doğru birkaç adım attığımda, ayaklarım çıplak zeminde tiz sesler bıraktı. Odadan çıkmak tek gayemdi ama az sonra Duman'ın uykulu sesini duyduğumda ayaklarım durdu. "Daha sabah olmadı; gitme."

Bu çağrıya kayıtsız kalmayarak bakışlarımı yatağa çevirdiğimde gözlerini açtığını ve doğrudan bana baktığını gördüm. "Gitmiyorum," diyerek sıkıntıyla onu cevapladım. Başını yastıktan kaldırarak yüzünü ovalarken, yüzümdeki sıkıntıyı izledi. "Huzursuz görünüyorsun, sorun ne?"

"Karnım ağrıyor," diyerek lafı dolandırmadım ve açıkça belirttim olanı. "Sen uyumaya devam et, senlik bir durum yok."

"Canın yanıyorsa bu elbette beni ilgilendirir."

Uyku mahmurluğundan kurtularak yatakta tamamen doğruldu ve yorganı üzerinden atarak yatağın üzerinde dizlerinin üzerinde yürüyerek benim tarafıma geldi. Beni baştan aşağıya süzerek bir elini bana doğrulturken, "Gel," dedi ılımlı bir sesle. "Çok mu ağrıyor?”

"Çok."

"Allah Allah." Karnımın üzerindeki elimi kaba sayılmayacak ama nazik denemeyecek bir şekilde kaldırarak elinin içine aldı ve beni kendine, yanına doğru çekti. Birkaç saniye sonra yanındaki boşlukta oturarak acıyla onun omzuna asıldığımda, "Oha," diye devam etti. "Sen cidden iyi değilsin. Ne oldu ki böyle birdenbire?"

Elbette bir erkeğin ona söylemeden regl ağrısı çektiğinizi anlaması pek görülmezdi. “Özel günümdeyim," diyerek sessizce açıkladım. "Bu günlerde böyle tipik ağrılar olur, sakin ol."

"Anlıyorum," diyerek sırtımı yukarıdan aşağıya doğru yumuşakça sıvazladı. "Ada'dan biliyorum, o da bu dönem de çok zorlanır. Yanında, ihtiyacını karşılayacağın şeyler var mı?"

Çantamda, küçük gözde hep bir ped bulundururdum ama o çantam yanımda değildi. İhtiyacımı Ada'dan karşılayabileceğimi düşünüyordum ama Duman'dan bunu isteyerek hem Duman'ı kardeşinden hem de Ada'yı Duman'dan utandırmayı istemezdim. Belki o da benim için sıcak su torbası hazırlayabilirdi. Var mıydı bilmiyordum ama Ada'da regl döneminde ağrı çektiğine göre evde bulunduruyor olmalıydılar. "Benim için sıcak su torbası hazırla," dedim.

"Kalbin neden hızlı atıyor?"

"Hızlı mı atıyor?"

"Melodi gibi."

Gözlerini devirdi. "Ha. Rap yapıyor.”

Manyak mıydı neydi, beni güldürüyordu. Yanaklarımın içini ezerek gülmemin gereksiz olduğunu ve hatta benimle alay ettiği için onu azarlamam gerektiğini düşündüm. Yine de bunu yapmadım. Karın ağrımın şiddetini gizleyerek yerimden kalktığımda, "Ayakların çıplak, yerlere basarsan daha çok ağrır karnın," dedi ve az ileriyi işaret etti. "Ev terliklerini giyin."

Kapısının arkasındaki ev terliklerini giyerek odadan dışarıya çıktığımda, karanlık koridorda yönümü buldum ve Ada'nın odasına girdim. Kapıyı sessizce açtığımda Ada'nın yatağında mışıl mışıl uyuduğunu gördüm ve etrafta pedini koyabileceği bir yer aradım. Makyaj masasının altındaki temizlik ürünlerinin orada olabilirdi. Dediğim gibi oldu. Birden fazla pedi orada bularak aralarından bir tanesini açtım ve içinden bir tane çekip çıkararak avucuma kıstırdım.

Banyoya gidip işimi hallettikten sonra daha rahatlamış şekilde Duman'ın odasına geri döndüm ama onu odada bulamadım. Sıcak su torbası istemiştim, onu hazırlıyor olabilirdi. Mutfağa doğru yürüdüm ve başımı kapıdan içeriye doğru uzattığımda, onu tezgâhın önünde buldum. Silueti iri ve uzundu. Elindeki bir şeyle uğraşıyor, sövüp duruyordu. "Çok ses çıkarıyorsun."

"Ne o, Ada'nın yetişkin aktiviteler yaptığımızı düşünmesinden mi endişeleniyorsun?"

"Seninle yetişkin aktiviteler yapmayacağım. Unut."

Aptal, konuyu sürekli buraya çekiyordu. İmalar yapmayacağım demesinin üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişti oysa ki. Saçımı kulağımın arkasına atarken, kahvaltı masasının üzerindeki dumanı tüten içeceği gördüm. Siyah kupanın içindeki içecek oldukça sıcak görünüyordu. Masaya yaklaşarak kendime en yakınımdaki sandalyeyi çektim ve oturduğumda, onun işini halletmiş olduğunu gördüm. Hemen çaprazımda, bana yakın duran sandalyeyi çekerek sıcak su torbasını karnıma koydu. Torbayı karnımla kasıklarım arasındaki yere yerleştirirken, gözleri, gizli bir sandığa açılan oyuktan bana bakıyor gibi esrarlıydı. Ellerimiz sıcak su torbasının üzerinde çarpıştı. "Canının acısına bir puan versen on üzerinden kaç verirsin?" diye sordu, ellerini uzaklaştırırken. "Dürüst ol."

Sıcak su torbasını karnımın üzerine bastırırken, ayaklarımı masanın altındaki demirlere yaslayarak düşündüm. "Sanırım yedi verirdim."

"Ah." Yanağını elinin içine yasladı. "Çokmuş."

"Yaa."

Onu, beni izlemekten alıkoyamıyordum; bunu hiç yapamıyordum. Kupaya baktım. "Bunu ne ara yaptın?"

"Sıcak su torbası için hazırladığım sudan kalanı kahve yaptım," diye hızlıca cevapladı beni. "Kafein karın ağrısına iyi gelir."

"Hımm," diye geveledim ağzımın içinde. İçi kahve dolu olan kupanın hemen karşısındaki nutella kavanozunu gördüm, içinde bir kaşık vardı. "Bu ne için?"

"Tatlı da ağrıyı kesebilirmiş."

"Pek tatlı sevmem..."

"Ye onu."

Tip tip bakıştık.

Başımı önüme eğerek nutella kavanozunu kendime çektim ve kaşığı alarak kaşıklamaya başladım. Ağrıyı hafifletse bile memnun kalırdım, çünkü henüz mazoşist değildim ve bu regl ağrısından hoşlanmıyordum. İfadesiz görünmeye çalışarak birkaç dolu kaşık nutella yedim ve ardına kahveden yudumladım. İkisi bir arada iyi olabilirdi. Birkaç kaşık daha nutella alarak kupama uzandığımda, Duman beklenmeyen zamanda parmağını saçlarıma uzatarak o tutamları kulağımın arkasına yerleştirdi. Avuç içi elmacık kemiğime çarpmıştı, avuçları güzel kokuyordu. Başımı okşadı. "Deniz çok hırçın," dedi, yakınımdan. "Ama ben hâlâ gemiyi karaya yaklaştırmıyorum."

Başımı kaldırsam burun buruna gelebilirdik. "Neden her fırsatta bana dokunuyorsun?"

"Çünkü elimin teninin üstünde kayışından zevk alıyorum," dedi boğukça. Dudakları kulağımın etrafındaydı ve konuştukça kulak mememe sürtünüyordu. "Gerçek zevkten bahsediyorum."

"Yapma," dedim, elimi dizine koyarak. Dizini sıktım. "Yapma!"

"Birkaç dakika," dedi inler gibi, kalınlaşmış sesiyle. Bana karşı dirençsizliğini gördüğümde, ona doğrultacağım en tehlikeli silahın kendim olduğunu anladım. "Boynunu ısırmak istiyorum."

"Sen..."

Boynumu ısırdı.

Dişlerinin sivri uçlarını boynumda hissettikten hemen sonra o dişleri boynuma geçirdi ve ağzının içi tenime bulaştı. Ağzını boynuma sabitlemiş, ısırdığı yeri dilinin ucuyla yalarken, ben yalnızca bundan sağ bir şekilde kurtulmaya çalışarak nefes bile almıyordum. Eliyle ensemi sabitleyerek bir diğer elini dudağımın kenarına yerleştirirken, "Kalçanı kucağıma yaslamak istiyorum," dedi edepsizce. "Senin de istediğini biliyorum. O ağzın o kadar açıldı ki, beni, seni öpmeye teşvik edip durma."

Yüzümü avucunun içiyle kavrayarak bana tam karşımdan baktığında, gözlerinin simsiyah olduğunu gördüm. Neden engel olmadığımı biliyordum, çünkü bana dokunması gerçekten zevk vericiydi ama bunun sevgiyle bir alakası yoktu. Yüzüme yaklaşarak çenemi yaladı. "Çikolata bulaştırmışsın."

Genzimi temizledim. "Temizle."

"Siktir."

Dilini her yerimde hissettim. Çenemde, dudağımın kenarında, ağzımın üstünde, altında... Ama asla dudaklarıma dokunmadı, onları öpmedi. Ondan zaten bunu istemiyordum. Bazen bir şeyler öylesine gelişirdi, bunun için aşık ya da sevgili olmanız gerekmezdi. Tutku, hep aramızdaydı. Gözlerimi kapatarak dilinin değdiği yerlere kendi dilimle dokunurken, bir gümbürdeyiş duydum ve bunun onun kalbinden yükseldiğini idrak ettim.

Kalbi...

Onun kafasını ellerimin içine alarak dilini ağzımdan çekmesine sebep olduğumda sızlanarak bana uzanmaya çalıştı ama buna devam edemezdi. Teni kıpkırmızıydı ve soluğu çok seriydi. Dudaklarımı yalayarak ellerimin içindeki yüzünü okşarken, "Dur," dedim kısık, yatıştırıcı bir sesle. "Duman, sakinleş. Tamam bak, güzel bir andı ve bitmesi gerekiyor tamam mı? Sakinleş."

Alnını yorgun bir şekilde alnıma dayadığında ses etmeyerek yüzünü okşamayı sürdürdüm ve onun göz kapaklarının kapanmasını izledim. "Sana, hissettiğim sevinci puanlayayım mı?"

"Hımm." Saçlarını düzelttim. "Puanla."

"On üzerinden on."

Dizini okşadım. "Güzel bir puanlama.”

"Kalbimin hatrına, inkâr etme bu ânı."

Omuz silktim. "Hangi ânı?"

Başımı alarak boynuna bastırdığında, boynunun üzerinden dışarıyı, sokağı gözetledim. Boynu geniş olduğu için yanağımı rahatça yaslayabiliyordum. Ellerini sırtımdan bastırarak beni düşmemem için desteklerken, "Seni şeytan," dedi, kalbi hâlâ hızlı çarpıyordu. "İki yüzlü, yüzsüz şeytan."

Ona cevap vermeyerek elimi karnıma yasladım ve ağrıyı savuşturmaya çalışarak gözlerimi yumdum. Biraz kahve ve çikolata ağrıyı yatıştırmak konusunda iyi rol oynamışlardı. Biraz öyle durduktan sonra uykumun tekrardan geldiğini fark ederek kendimi olduğum ana bıraktım. Duman'ın büyük ve kemikli ellerinin sırtımı sıvazlayışını, omuzlarımı okşayışını, saçlarımla oynayışını hissetmeyi bıraktığım nokta uyuduğum noktaydı.

Bir süre sonra bilincimin ayıldığını hissettiğimde, olduğum yerde kıpırdandım ve bunun uyuyakaldığım yerden daha yumuşak bir yer olduğunu hissettim. Ah, parlak güneş ışınları göz kapaklarıma doğrudan vuruyordu. Yatakta mıydım? Sanırım öyleydim. Ağrı karnımda ve kasıklarımda geziniyordu, hissedebiliyordum. Üzerimdeki ağırlık yorganın ağırlığı olmalıydı. Erkenden kalkmak, annemin yanına gitmek istiyordum ama görüne oydu ki güneş çoktan doğmuştu.

Yataktan kalkmak istemiyordum.

Gözlerimi odada gezdirdiğimde, Duman'ı dolabın önünde, sırtı bana dönük bir vaziyette gömleğini giydiğini gördüm. Gömleğin üzerindeki hayali tozları silkerek yakalarını kavuşturdu ve muhtemelen düğmelerini iliklemeye başladı. Parmaklarını ensesine uzattı, gömleğinin yakalarını maharetli parmaklarıyla, bir çırpıda düzeltirken, "Günaydın," diyerek yattığım yerde doğruldum ve yorganı üzerimden kaldırdım. "Bir yere mi gidiyorsun?"

Dolabın içini kurcaladıktan az sonra bir kemer seçti ve kemeri pantolonunun beline geçirmeye başladı. "Seni evine götüreceğim."

Siyah, keten bir pantolon giyinmişti. Kemerinin metal tokasının sesini duydum. "Bu yetkiyi sana kim verdi?" diyerek ifadesiz bir şekilde ona çıkıştım. "İki elleştik diye benim üzerimde kararlar verebilme hakkına sahip olduğunu düşünüyor..."

"Uzatma," diye terslendi, sesi soğuk ve kural tanımazdı. "Bundan sonra böyle. Kabalaşmamı istiyorsan pekâlâ kabalaşabilirim Mahşer. Bundan sonra her adımından haberim olacak."

Vücudumdaki tüm duyuların tetiklediğini hissettim. "İçimdeki canavarı uyandırma Duman."

"İnkâr etsen de işe yaramaz. Bu saatten sonra, bu saate kadar olduğumuzdan daha fazlasıyız."

Özgürlük alanımın daralmasından hoşlanmamıştım. Neyden bahsediyordu? Bir arada, bir şeyler yaşamaktan mı? Dün gece ona izin vererek mi böyle düşünmesine sebep olmuştum? "Duman, kendine gel. Daha hastane odasındayken konuşmadık mı bunların tekrarlanmayacağını? Sadece kumpası halledeceğimizi? Aramızda bir şey olmayacağı..."

"Sana kalbimi göğüs kafesimin içinden söküp aldığını söylüyorum ve sen dönüp aramızda bir şey olmadığını mı söylüyorsun?" Aniden omzunun üzerinden bana döndüğünde, onu uzun zaman sonra ilk kez böyle sinirli ve öfkeli gördüm. Gözleri, isminin hakkını veriyordu. "Ne yani? Kalbimi eline alıp öylece arkanı dönüp gitmeni mi izleyeceğim? Uzatma, sevgilimsin."

Dudaklarımın arasından sinir dolu, bilinçsiz bir gülüş fırladığında Duman dolabın içerisinden ceketini bir çırpıda aldı ve odayı terk etti. Arkasından öylece baktım. İdrak etmem, doğru duyduğuma kendimi ikna etmem gerekiyordu. O neyden bahsediyordu Allah aşkına? Bana karşı hisleri yoktu. Sırf onun kadar tutkulu, arzulu ve öfkeli olduğum için benimle olmak istiyordu ve utanmadan sevgili olmaktan bahsediyordu.

Ne yani, el ele tutuşup sinemaya falan mı gidecektik?

Gözlerimi devirdim. Ayaklarımı yere basarak yataktan kalktığımda sadece benimle alay ettiğini düşündüm ama gözlerindeki ciddiyeti hatırladığımda küfür ettim. Cidden, saçımı başımı yolmak istiyordum. Bunu neden yapıyor, sakinleşmeme izin vermiyordu? Ellerimi yüzümün içine alarak odanın içinde dört döndüm. Vücudum buz tutmuştu. Sanki ben bir yarayı dikiyordum ama yara inatla dikişi tutmuyordu. Sürekli aynı şey tekrarlanıyordu. Bir an benden ümidini kesiyor, bir an sonra beni istediğini söylüyordu.

Üzerimdeki tişörtü bir çırpıda çıkararak etrafta kendi kıyafetlerimi aradım ve bulduğum gibi üzerime geçirdim. Çoraplarımı söylenerek giydim ve onun tişörtünü dikişlerinden sökerek yırttıktan sonra odanın ortasına fırlattım. Saçlarımı bileğimdeki tokayla bağlayarak sakinleşmeye çalıştım. Belki de yapmak istediği şey beni sinirlendirmekti ve ben buna izin veremezdim.

Saçmalıktı.

Biz ve sevgili olmak...

"Karnın hâlâ ağrıyor mu?"

Kafamı kaldırarak ona baktım, kapının eşiğindeydi ve ciddiyetle bana bakıyordu. Ellerim iki yanımda sağlam yumruklar oluştururken, karın ağrımdan daha büyük bir meselenin aramızda durduğunu hissettim. "Biz seninle sevgili falan değiliz tamam mı?"

"Sen adına ne dersen de," dedi oldukça rahat bir şekilde omuzlarını silkerken. "Bundan sonra o tür de bir şeyiz işte."

"Aklını mı kaçırdın!"

"Baksana, zaten bana duygusal bir şeyler hissetmiyorsun," dedi aniden, gözleri çok kısıktı ve kehribarları bu sabah çok ciddi bakıyordu. "Sadece takılacağız. Niye bu kadar dert ettin?"

"Ben sadece takılmam! Sen kulüpten kız mı kaldırıyorsun?"

Gözlerini devirdi. "Sakinleş. Sadece akışına bırak ve içinden geldiği gibi davran. Kasma, kurallar koyma, ihtiyacını çektiğin şeye, bana direnme! Bak ve içinden geleni yap..." uzunca soluklandı. "Ben artık zaman kayıp giderken seni götürmesini istemiyorum. O an kolumu omzuna atmak istiyorsam bunu yapacağım, yanağından öpmek istiyorsam yapacağım, saçlarını okşamak istiyorsam yapacağım. Pekâlâ, sen bunları yapma ama en azından izin ver. Ve böylece, kısa ömürlü, aptal bir ilişkimiz olsun."

Yumruklarım gevşedi. "Senin komada olan bir sevgilin var."

Gözleri bana o kadar dikkatli baktı ki, beni bir sorgu odasında hissettirdi. "O gece onu komaya soktukları doğru ama hiçbir zaman sana komada olanın kim olduğunu söylemedim. Bu saatten sonra da söylemeyeceğim. Şu an sana bizi teklif ediyorum ve sana ret hakkı tanımıyorum. Birlikteyiz, bu kadar..." dilini şaklattı. "Karnın ağrıyor mu?"

"Şiddetli değil," dedim, kafam karışmıştı. "Ya senin kalbin?"

"İlaçlarımı alırsam daha iyi olacak."

Odadan içeriye geçtiğinde iri vücuduyla kapladığı alanın, kalbimin hacmi kadar olduğunu düşündüm. Yatak yanı komodinini açarak bir çanta çıkardı ve içerisinden birkaç kutuyu aldı. Çantanın içinde çok sayıda ilaç vardı, düzenli kullanıp kullanmadığını bilmiyordum. Birkaçıyla beraber odadan çıkmadan önce omzunun üzerinden beni süzdü. "Düş peşime."

Kendime birkaç dakika verdim. Daha sakin, dinmiştim. Beni şaşırtmış, öfkelendirmişti ama niyetini anlamıştım. Bana karşı hissettiği arzuyu görmemek için kâhin olmak gerekmiyordu. O arzusunu durdurmak istemiyor, zaman zaman benimle takılmak istiyor ve bunun, benim ona ölmeden önceki hediyem olmasını istiyordu. Bahsettiği sevgililik falan değildi, zaten bir sevgilisi vardı ama...

Odadan dışarıya çıkarken garip şekilde sakindim. Ada'nın Rose ile konuştuğunu duyabiliyordum, saat baya geçmiş olmalıydı. Sesleri salondan taşıyordu. Rose'ye gıcık oluyordum, çünkü Duman benim işbirlikçimdi ve Rose'un onu elimden almasına izin veremezdim. Arkadaşlarımı paylaşmaktan hoşlanmazdım. Koridor boyunca yürürken Duman elinde ilaçlarıyla mutfaktan çıktı ve o an ilaçlarının yanında, elinde bir sıcak su torbası taşıdığını gördüm. Gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı, kol düğmelerinin parlaklığı gözüme çarpmamış değildi. Yanıma vardığında, ben portmantodaki montuma uzanmıştım. "Arabayla giderken karnına koy. Arada bir yüzünü buruşturduğunu görüyorum, ağrıyor hâlâ karnın."

Nasıl başardım bilmiyorum ama beni eve götürmesiyle ilgili olan emrivakisine kızmamaya çalıştım ve bunu başararak montumu kucakladım. "Senin işin gücün yok mu? Hep benimlesin?"

"Bir okuldan geri dönüş bekliyorum."

"Ne?"

"Matematikçi olduğumu biliyorsun." Tam karşımda, bir kafa boyu yüksekliğimdeydi. Ben ancak onun soluk borusuna yetişebilirdim. "Atama beklemekten sıkıldım. Paraya ihtiyacım yok, kafa oyalamak için çalışacağım. Birkaç özel okuldan geri dönüş bekliyorum."

Öğretmenlik yapacağını hiç düşünmemiştim. Aslında saçmalıktı, neden düşünmeyecektim ki? Bölümünü başarıyla bitirmiş, matematik öğretmeni olmuştu ve istediği zaman mesleğini icra edebilirdi. Sırıttım. "Onlara nasıl katlanacaksın? Sürekli sana sorular soracaklar..." Duman'ın o sinirli, agresif ifadesini gözlerimin önüne getirmeye çalıştım. "Öğretmenim bir daha anlatır mısınız? Öğretmenim bu sorunun cevabı ne? Ay öğretmenim, bu kadar yakışıklıyken neden podyumda değil de buradasın..."

"Ne?"

Aniden durdum. "Ne ne?"

"Yakışıklı olduğumu söyledin?"

Ağzımdan mı kaçırmıştım? Kaşlarımı kendime olan memnuniyetsizliğimle beraber çatarak, montumun fermuarını yukarıya çekiştirdim.  "İşte fena değilsin. Sokaktan geçen her iki erkekten daha iyisin."

Ben montumun fermuarıyla uğraşırken, onun eli beni belimden yakaladı ve bel boşluğuma yerleştirdiği eliyle beni kendine yasladı. Gözlerimi devirerek ellerime bakmaya devam ettiğimde, çenesini alnıma dayadı. Karnı karnıma yaslandığında ve nefesi alnımdan aşağıya aktığında, dün geceyi anımsadım. Boynumda dişlerinin izi vardı, o da bunu görmüş olmalı ki bir an hırladı. "Sen sokaktan geçen erkekleri mi inceliyorsun?"

Vücudunu cömertçe vücuduma yaslayarak beni portmantoya ittirdiğinde, huysuzlandım. "Sana ne?”

"Saman ye!"

"Ben tokum sen ya!"

"Geri zekâlı."

"Salaksın ya...”

Birbirimize kötü kötü bakarak uzaklaştığımızda, Rose'un salondan çıktığını göz ucuyla gördüm. Elinde içi dolu bir tepsi vardı, Ada'nın kahvaltısı olmalıydı. Bir Duman'a bir de bana bakarak koridor boyu yürüdü ve kırmızı eteğinin altına saklanmış kalçalarını sallayarak mutfağa girdi. "Duman Bey çamaşırlarınız makineden çıktı, asayım mı?"

Duman ayakkabılarını portmantodan alırken sıcak su torbasını elime tutuşturdu. "Acelesi yok, sen bilirsin."

"Asayım o halde."

Gözden kaybolduğunda portmantodaki botlarımı aşağıya indirdim ve sırtımı kapıya dayayarak fevri bir şekilde ayakkabılarımı giyindim. "Asıyım ı hıldı."

"Kıskanma kıskanma..."

Onun ayağına vurarak sokak kapısını açtım ve Ada'nın abisine seslendiğini duyarken merdivenleri inmeye başladım. Duman kardeşiyle görüşürken ortalıktan kaybolsam fena olmazdı. Onunla konuşmak, vakit geçirmek zorunda kalmazdım. Apartmandan dışarıya fırladığımda ellerimi ceplerime yerleştirerek kaldırımın dibinde yürümeye başladım. Onunla yollarımız tekrardan kesiştiği o günden beri kafamın içi çok dolmuştu. Annemin nasıl olduğuyla bile ilgilenemiyordum. Varlığını hayatımdan eksiltmek istiyordum ve yapacaktım.

"Arabaya atla!"

Durdum. Sokağın ucuna bakarak durduğumda, fren sesinin gürültülü şekilde sokakta inlediğini duydum. Araba sokağın kenarında, park halinde durmuştu. Kafamı çevirip ona baktığımda, kafasını camdan çıkartmış, onaylamaz gözlerle bana bakındığını gördüm. "Neden gidip evinde uyumak yerine beni evime götürmek istiyorsun?"

"Sağ salim evine vardığını görmek beni memnun edecek."

Sakince kaldırımdan indim ve kaputun önünü dolanarak şoför koltuğunun yanındaki yere yerleşmek için kapıyı açtım. Kendimi koltuğa attığımda hâlâ aptal bir şekilde kucağımda sıcak su torbasını taşıyordum. Torbayı kasıklarımla karnımın birleştiği noktaya yaslayarak kollarımı torbanın üzerinden karnıma doladım. "Bana hiç tahammülün yok mu?" diye sordu, beklenenden sakin şekilde. "Bana karşı neden bu kadar kin dolusun?"

"Çünkü evvelden, aksini hak etmediğini bana kanıtladın."

Viraj alarak direksiyonu çevirdi. "Sana ne yaptım ki?"

"Duman, beni çok yoruyorsun."

Sert çıkıştı. "Gözlerindeki nefreti görmeye tahammül edemiyorum!"

Bu, beni onun gözlerine bakmaya zorladı. “Senden nefret etmiyorum ki."

"Gözlerin... Benden bir şeyin intikamını alıyor."

Dişlerimi sıktım. "Ben herkese öyle bakarım."

"Ben herkes miyim?"

"Ne farkın var ki?"

 "Farkım, kalp atışlarını yükseltiyor olmam olabilir mi?"

"Duman..." elimi yorgunca başıma yasladım. "Birinin kalbini yanına alamazsın. Bırak, gelirse zaten gelecektir."

"Benim bekleyecek zamanım mı var!"

Doğru, yoktu. Beklemek Duman için bir seçenek olamazdı. Ömrü beklemek için yetersizdi. Buna karşı bir şey diyemeyerek gözlerimi önüme indirdiğimde, ellerim su torbasını daha sıkı kavradı. Ayakkabılarımı çıkarmaya gerek görmeden bacaklarımı kalçamın altına kıvırdım ve yüzümü cama yaslayarak serinlemeye çalıştım. Duman genzini temizledi. "Sana yol üzerinden kahve alayım mı?"

"Yoo. Gerek yok."

Omzumu aşağıya yukarıya, yavaşça sıvazladı. "İyi ol bebeğim."

Kafamı yalnızca salladım. Dengesizliğine takacak değildim, yaradılışımızda böylesi vardı. Her ikimiz de bir an hırçın denizken, bir an sonra sakin nehirler gibiydik. Omzumu sıvazlamaya ara vermeden tek eliyle direksiyonu kullanmaya devam ederken dijital ekrandan saate baktım. Sabahın erken saatiydi ama istediğim kadar erken değildi. Annem nasıldı, Öğünç'ü aramalıydım. Telefonumu cebimden çıkararak ekrana bakındım ve ondan birkaç mesaj olduğunu gördüm.

Gönderen: Öğünç.

Ne zaman dönersin?

21.47

Bu mesajını görmemiştim, biraz sonra bir mesaj daha atmıştı.

Gönderen: Öğünç.

Neden telefonlarını o Duman mıdır köz müdür, o it açıyor?

22.24

Gönderen: Öğünç.

Böyle aşkın ızdırabını siiiiiiikeeeeeeyiğğğğğğmmmmmmm.

22.38

Mesajlarına gözlerimi devirerek sırıttım. Bazen umursamıyor olabilirdim ama Öğünç'ü severdim. Sınırlarını aştığı oluyordu ama ben onu azarlamaktan bıkmışken, o bundan bıkmamıştı.

Gönderen: Öğünç.

Ara beni.

06.57

Onu aramak için telefonumu kulağıma yasladığımda, kontörümün olmadığını söyleyen sekretere küfür ederek mesajlara girdim. Parmaklarım tuş takımında hareketlendi.

Gönderilen: Öğünç.

Kontörüm yok, bu yüzden mesaj hakkımdan yazıyorum. Anneme baktığın için teşekkür ederim, şimdi eve geçiyorum.

10.17

Mesajı aldığından emin olmak istesem de bana dakikalar boyunca geri dönüş yapmadığı için bundan emin olamadım. Öğünç okuldan benimle aynı dönem mezun olmuştu ve şimdi boştaydı. Nerede ne yaptığına akıl sır erdiremezdim. Gezip tozardı. Duman'ın dik dik elimdeki telefona baktığını gördüğümde ben de refleks olarak telefona bakındım ve o an telefonuma bir bildirim düştü. Vay canına, tarife hattımdan bir mesajdı. Yapılan yüklemeden ve özgürce konuşulacağından bahsediyordu. Hemen ardından Öğünç'ün mesajı bildirim ekranına düştü.

Gönderen: Öğünç.

Geceleri arayıp benim sapığım olman için sana çok yönlü paket yaptım.

Teşekkür etmek istersen seksi bir fotoğrafını gönderebilirsin.

10.34

Enayilik mi yoksa iyilik mi yapıyordu? Aman, bana neydi? Sonuçta beleşe paketim olmuştu, bununla mutlu olabilirdim. Sırıttım ve ona istediği değil de, hayal dahi edemeyeceği bir fotoğrafı göndermek için kamerayı yüzümün hizasına kaldırdım. Daha önce Duman'a da gönderdiğim gibi el hareketi çektiğim bir fotoğrafı ona gönderecektim. Bunu yapmak için elimi kameramın hizasına kaldırdığım sırada, "Ne yapıyorsun?" dedi Duman, kupkuru bir sesle. "Kime gönderiyorsun onu?"

Kendisine cevap vermeden bu anı fotoğrafladım ve kameranın o sesi arabanın içini doldurduğunda, Duman'ın sabırsızca soluduğunu duydum. "Sana bir soru sordum," diyerek üstüme gelmeye devam etti. "Kime o fotoğraf?"

Fotoğrafı göndermek için WhatsApp'a girdiğimde, saçlarım yüzümün iki yanına dökülmüş ve ondan gelen dokunuşa hazırlıksız yakalanmamı sağlamıştı. Omzumu çimdikledi. "Flörtleşme şu döğünçle!"

"Arkadaşım o benim."

Beni, bana çimdik atarak durduramayacağını anladığında bir anda telefonuma uzandı ve telefon kemikli parmaklarımın arasından kayıp gitti. Hayretle elimdeki boşluğa bakarken, bana ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum. Telefonu torpidoya fırlattı. "Sana resmen yürüyor Mahşer!”

"Salak mısın nesin ya..."

Söylenerek onu hiç takmadım ve Duman bu sükunetim karşısında daha da delirerek ağzına geleni saymaya başladı. Umurumda değildi, karın ağrımla ilgilenecektim. Virajları daha sert aldığında ve hızlandığında karnım ağrıdı ama bunu söyleyerek kendimi acındıracak değildim. Direksiyonu son kez çevirdiğinde ve araba evimin sokağına girdiğinde oturduğum yerde dikleşerek sıcak su torbasını torpidoya bıraktım. Çantamın askısına omzuma geçirerek evimize bakınırken, "Bir daha eşyalarımı elimden çekip alma," diyerek onu azarladım. Ona hiç bakmadan torpidodaki telefonumu kaptım. "Oraya buraya fırlatma. Ben asla birinin kum torbası olmam Duman, bilesin..." kaskatı bir sesle konuşuyordum. "Şimdi arabayı kenara çek."

Arabayı istediğim gibi kenara çektiğinde ve tekerlekler fren sonucu tozu dumana katarak durduğunda, doğrudan kapıya uzandım. Onun da inmek için kapıya uzandığını gördüğümde, artık kovadaki suyun taştığını hissederek bağırdım. "Sen nereye?"

"Kayınvalideme bir selam vereyim istedim."

Hızla koluna asılarak onu koltuğuna doğru çekiştirirken, "Sinir hastası ettin beni," diyerek avazım çıkana kadar bağırdım. Yukarıdan, omuz üstünden bana boş boş bakıyordu. "Ne kaynanası be?"

"Kaynana demedim, kayınvalide dedim."

"Kafanın içinde bir delik açmak istiyorum!"

"Yok, kalsın." Biraz alayla, biraz kederle gülümsedi. "Kalbimdeki kâfi."

Kalbi gözlerinde attı,
Yüreğinden vurulmuş bir kuş gibi.

"Duman, eğer kalbindeki deliğe yama olmamı istiyorsan beni senden uzaklaştırma. Böyle yapmaya devam edersen seni görmeyi bile istemeyeceğim."

Gözlerinde, ölen bir ışıltının cesedi vardı. Sanki oradan, ölen mutluluğunun cesedini izliyor gibi bariz bir kayboluş ama boşlukla bana baktı. "O piçe öyle fotoğraflar atma."

"Göğüslerimin fotoğrafını atmadım Duman, yalnızca parmağımdı."

Parmak eklemleriyle başıma vurdu. "O fotoğrafın aynısını bana attın, ona neden atıyorsun ki?"

"İyi, ona da serçe parmağımınkini atarım."

"Fotoğraf atmak yok!"

Koltuğumda kayarak ondan uzaklaştım ama benim elim hâlâ onun kolunda, onun da parmakları hâlâ kulağımın yanındaydı. Dik dik baktım. "Bana emir verme."

"O itle flörtleşme!"

Kolunu yavaşça bıraktım. "Evine dön artık."

Saçlarımı daha sert okşadı. "Bana göğüslerinin fotoğrafını atsana."

"Seni var ya..."

Dirseğimi onun karnına geçirerek kıvranmasını izlerken, açtığım kapıdan dışarıya fırladım ve ona bağırarak kapıyı suratına çarptım. Ağzının içinde geveleyerek camdan bana bakarken, etrafta arabasının camını indirecek kuvvette bir taş aradım ama bulamadım. Kafamı kaldırıp baktığımda hâlâ bana baktığını ama bu sefer daha sakin, sevinçli olduğunu gördüm. Dağınık saçlarının bir kısmı önüne inmişti, küpeleri hâlâ parlıyor ve gömleğinin yakası boynuna sürtünüyordu.

Bana gülümsedi.

İçtendi.

Dudaklarımı dişleyerek omuzlarımı silktiğimde içeriye geçmem için basit bir hareket yaptı ve ben kalçalarımı sallayarak bahçeye yürürken, çantamın sırtıma vuruşlarını hissettim. Sokak sakindi ama karşı apartmanın penceresindeki bir kadının tiksintiyle beni süzdüğünü gördüm. Ciddi ciddi beni fahişe, Duman'ı da müşterim sanıyorlardı. Camdaki kadına bakarak adeta hırladım ve o yakalandığını anlayarak endişelenirken elimi boynuma kaldırarak, boynumu kesiyormuşum gibi yaptım. Mesajı kaptı, camı kapattı ve perdeyi çekti.

Pis pis güldüm.

Bahçeden içeriye girerek Duman'ın kadrajından çıktığımda hızlandım ve çantamdan evin anahtarını çıkardım. Sokak kapısının kilidini açarak eve girdiğimde ve başımı gözlerimle beraber, annemi görmek için kaldırdığımda, salonun boş olduğunu gördüm. Kapıyı arkamdan kapatarak içeriye girdim ve çantamla ayakkabılarımı portmantoya bıraktıktan sonra montumu da üzerimden sıyırarak çıkardım ve portmantoya fırlattım.

"Anne?"

Mutfaktan inledi.

Onun inlemelerinin beni hâlâ ürperttiğini fark ederek boynumu kıtlattım ve gergin bir şekilde salona bakınarak mutfağa yürüdüm. Salon sıcaktı, elektrikli soba uzun süredir yanıyor olmalıydı. Mutfaktan içeriye girerek basık, küçük tezgâhın önünde annemi gördüm. Ocağın üzerinde, hararetle tencere karıştırıyordu. Üzerinde siyah bir boğazlı kazakla dizleri çıkmış eşofmanı vardı ve sarı, kısa saçları omuzlarının üstüne kat çıkmış görünüyordu. Yanına ilerleyerek onun başının üstünden tencereye baktığımda, çikolatalı puding yaptığını gördüm. "Merhaba."

Beni iniltiyle selamladı.

Allah aşkına her gün, her saat, her konuştuğumuzda onun sanki acı çekiyormuş gibi inlediğini duyarak hayata ve insanlara karşı nasıl öfke beslemezdim ki. Nasıl tek amacım intikamım olmazdı?

Onun küçük, yaşlanmış elini kavrarken, "Üşümüşsün," dedim kısıkça. "Bekleseydin, ben yapardım. Mutfak soğuk, içeride olman gerekiyor."

Pudingi karıştırmaya bir an ara vererek bana döndü ve ellerini konuşmak için kaldırdı. Canım puding çekti.

Tencere içerisindeki tahta kaşığı aldım. "Gerisini ben halledebilirim, sen içeriye git anne."

Kaşığı elimden almadı ama gitmedi de. Kollarını zayıf göğsünün üstünde kavuşturarak beni izlemeye başladığında, rahatsızca kıpırdandım. "Ne?" dedim bana öyle dikkatli bakması karşısında. "Kızını çok mu özledin?"

Parmaklarını gözümün önüne soka soka adeta ağzımın içine girdi. Gözlerim, parmaklarını takip ederek ne dediğini anlamaya çalıştı. Onunla aranda ne var diyordu, uzun zamandan sonra bana gerçek bir anne gibi hesap sorarak. Görüyorum, seni sürekli o bırakıyor.

Ah, şuna da bakınız siz. Benden hiç haberi olmadığını düşünüyordum, beni izlemediğini, görmediğini... Ama görüyor muydu? Onun için var mıydım? İçimin coşkuyla dolduğunu hissettim. "Duman sadece bir konuda bana yardımcı oluyor anne," dedim, doğrunun yarısını paylaşarak. "Aramızda bir şey yok."

Onu tanıyorum. O çocuğun fotoğrafını dolabında saklıyorsun.

Ne? Ha siktir! Tamam öyle bir fotoğraf vardı ama lise zamanında, on altı yaşımdan kalmaydı ve bu zamanla alakası yoktu. Annemin onu fark ettiğini bilmiyordum, doğrusu annemin benimle ilgili bir şeyleri fark ettiğini bilmiyordum. "Dolabımı mı karıştırıyorsun?"

Annem aniden belime çimdik attı. Seni öptü mü?

"Anne, utan azıcık!"

Annem gözlerini üzerimden hiç ayırmadan yüzümü izlemeye devam ederken pudingi karıştırmayı sürdürdüm. Parmakları gözümün önünde seri bir şekilde hareket etti. Ciddi misiniz?

Ne? Gerçekten bir ilişkimiz olduğunu düşünüyor, bunun ciddiyetini tartıyordu. Duman ve ben, ciddi bir ilişki? Bayağı komikti ama annemin böyle düşünmesi işime gelirdi. Eğer bizi sevgili sanırsa neden onunla olduğumu sorgulamazdı. Şimdi kafasındaki ilişki varsayımını inkâr edersem Dumanla neden görüştüğümü kurcalayıp dururdu. İyi bir yalancı da olsam onun gözlerine bakmadan, "Duman çaresiz bir şekilde bana aşık," diyerek salladım. "Ben de deneyebileceğimizi söyledim. Hepsi bu."

Oldukça ikna edici bir yalancıydım. Annem beni izleyerek boğazının derinliğinden anladığını belirten bir inilti bıraktı. Yakışıklı çocuk.

"Anne..."

Benim için çaresiz bir şekilde ümit ediyordu, hayatıma aldığım herhangi biriyle mutlu olacağımı düşünüyordu. Belki de bana yeterince annelik yapmadığı için kendini böyle tatmin ediyordu. Bilmiyorum. Sorun şuydu ki, açıkça söylemeyeli yıllar olsa da birbirimizi seviyorduk ama bu aramızdaki o mesafeyi yıkmaya engel olamıyordu.

Sesini anımsamaya çalıştım. En son konuştuğunda çok yıllar önceydi. Sesi yok olduğunda sanki kendisi de silikleşmişti. Dünya üzerinde varlığını kanıtlayabileceği tek şeyi, hâlâ atmakta olan kalbiydi. Ona bakarken ne istediğimi ne için savaştığımı gördüm. Annem, intikam almama değmez miydi? Belki ortada babamın ihanetinin olasılığı vardı ama annem içinde alınacak bir intikam vardı. Bu intikam duygusunun etimi dağlayarak derinime, en içime yerleştiğini hissettiğimde tahta kaşığı tencerenin içine bıraktım. Uzanarak yanağına kuru bir öpücük bıraktıktan sonra mutfaktan dışarıya fırladım ve öfkeli bir şekilde odama yürüdüm. Kapıyı çarparak odama girdim ve yatağın üzerine oturarak sabırsızlıkla tırnaklarımı yemeye başladım.

Az sonra annem kapıyı tıklatarak elinde bir tepsiyle içeriye girdiğinde, yerimden bile kıpırdamadan cılız vücudunun seri hareketlerini izledim. Tepsiyi komodin üzerine, sürekli kullandığım parfümün yanına koyduktan sonra kollarını birbirine sardı. Odamdaki, yatağın karşısındaki elektrikli sobanın yanına yürüyerek fişi prize taktı ve sobanın düğmelerini indirerek yanmasını bekledi. Fakat bir sorun vardı, soba yanmamıştı. Annem inleyerek omzunun üzerinden bana doğru döndü, kendince bunun neden olduğunu soruyordu. Onun saflığı bir an içimi acıtsa da buz gibi bakışlarla iç çektim. "Elektrikler gitmiş olmalı."

Annem kafasını sallayarak beni onayladığında, ben kendi düşüncemle tatmin olmayarak yattığım yerden kalktım ve annemin meraklı bakışlarını sırtımda taşıyarak odadan dışarıya çıktım. Sokak kapısına dek yürüyerek kapıyı açtım ve elektrik sayacına doğru yürüdüm. Evet, tahmin ettiğim şey olmuştu. Elektriği kesmişlerdi.  Param yok değildi, babamdan kalan paralar vardı ve onları ev için harcıyordum. Unutmuştum, kahretsin o Duman yüzünden hiçbir şeyi hatırlamıyordum ki. Sinirle alnımı kırıştırarak homurdandım ve eve doğru hızlandım. Sokak kapısını çarparak eve girdiğimde, tekrardan odama gitmek için yürüdüm. Yarın sabah ilk işim faturayı yatırarak elektriği açtırmak olacaktı.

Odama girerek yatağıma çıktığımda annem de ne olduğunu anladı ama elektriğin kesilmesi onun için sorun değil gibiydi. Öyleydi, annem zaten hiçbir şeyi umursamazdı. Bu dört duvar arasında nefes almaktan ve ölmeyi istemekten başka bir şey yapmıyordu. Sırtımı duvara yaslayarak hırçın bir şekilde yorganı ittirdiğimde, annem kızarak bacağımı çimdikledi. Elektriğin kesilmesi sorun değil, mum ışığını severim.

"Üşüyeceksin! Çünkü elektrikli sobayı yakamayacağım!"

Çoraplarımı ayağımdan çekiştirdiğinde huysuzlanarak dudaklarımı büktüm. "Deli kadın, bırak çoraplarımı."

Parmaklarını adeta gözüme soktu. Anneye deli denmez.

"Pudingini yesene."

Beraber yiyeceğiz.

Komodindeki tepsiyi alarak yatağın üstüne, aramıza koydu ve getirdiği tatlı kaşıklarından birini elime tutuşturdu. Bir büyük kasenin içini pudingle doldurmuştu. İtiraz etmeyecek, yiyecektim. Zaten karnım hâlâ ağrıyor, beni zorluyordu. Annem de kaşığını alarak kasenin içine daldırdığında, "Bana da bırak," diye söylendim. "Hepsini bitireceksin."

Daha hızlı yemeye başladı.

Buruk, anlık bir gülümseyiş geçti dudaklarımdan. Pudingi yemeye başlayarak karnımı sıvazlamaya devam ettim. Aslında faturayı ödemeye bugün de çıkabilirdim ama bu karın ağrısıyla çıkmak istemiyordum. Birkaç dakikada kasedeki pudingi yediğimizde öğle ezanının sesini duydum. Annemi bu aralar namaz kılarken görüyordum. Aslında onu yıllar içinde çok kez namaz kılarken görmüştüm ama hiç düzenli olmamıştı. Puding bittiğinde tepsiyi toparlayarak komodin üzerine bıraktım. Dikişlerine bakmak için kazağını yukarıya sıvadığımda, pansumanının gayet iyi olduğunu gördüm. Dikişlerinde hasar yoktu. O tepsiyi alarak odadan çıktığında arkasından bağırdım. "Üzerine kazak, hırka falan giy. Hatta bulduğun her şeyi giy."

Az sonra giyip giymediğini merak ederek salona girdiğimde, kalın bir kazak giydiğini ve sokak kapısının önünde, bir kediye mama verdiğini gördüm. Mahallenin, evimizin etrafında gezinen kedilerinden birisiydi. Onun üşümeyeceğine emin olarak odaya geri döndüğümde makyaj masamın önüne oturarak aynadan yansımama baktım. Kaşlarımı ve bıyıklarımı alabilirdim, bunun için zamanım vardı. Bu işlemi hallettikten sonra tırnaklarımı kestim ve törpüleyerek ojelerime bakındım. Siyah ojelerden birini alarak tırnaklarıma sürdükten sonra birkaç dakika kurumaya bıraktım. Üniversite diplomamla bakıştım, yakın zamanda işimi yapmaya başlasam iyi olurdu. Tabi bu yakın zaman intikamdan sonrasını içeriyordu.

Bir havlu alarak banyoya girdiğimde şofbenden akan sıcak suyun altında uzunca bekleyerek yıkandım, temizlendim. Annemin evin içinde koşuşturduğunu görüyordum, dikişlerini unutmasa iyi ederdi. Uzun bir süre suyun altında kalarak kiri adeta vücudumdan kazıyarak çıkardıktan sonra havluma sarınarak banyodan çıktım ve odama girerek dolabımın önünde bir süre dikildim. Kırmızı, düz çamaşırlarımın üzerine yünlü bir pijama ile siyah badimi geçirerek yatağın üstüne atladım. Yorganı omuzlarıma çekerek gece uyuyamadığım uykuyu telafi etmeye çalışarak gözlerimi kapattım. Dinlenmeye, uyumaya ihtiyacım vardı. Gerinerek yastığımı kucakladım ve göğsümdeki kuyunun başına dikilmiş, kalbimi izleyen kız çocuğunun elinden tuttum.

Kalbimizi izledik.

Sonra anladık ki,
Kalp kırıldıkça azalmaz,
Kırıldıkça çoğalırdı.

🥀

Bir aynayı parçaladığınızda yansımanızı yok edemezdiniz, kendinizi bölerdiniz.

Kalpte bu şekildeydi. Kırıldığında azaldığını, bittiğini düşünürdük ama kırıldıkça çoğalır, etrafa dağılırdı. Sonra herkes kendi payına düşeni incitmeye devam ederdi. Sanki kalbimiz kırıldıkça, daha çok incitilmek için insanlara bölüştürdüğümüz ekmek gibiydi. Ne kadar kırılırsa o kadar insana pay düşüyordu. Sizin kalp kırıklığınız insanların ekmeğiydi.

Göğsümüzün başında dikilerek kalbimizi izlediğimiz o kız çocuğunun elinin elimden kayışını hissettiğimde, derin uykumdan uyanmış ama gözlerimi açmamıştım. Oda karanlık ve soğuktu. Uyku ihtiyacımı karşılamıştım. Yatakta gerinerek yorganı ayaklarımın ucuyla aşağıya ittim ve gözlerimi açtım. Ay ışığı ve sokak lambasının ışığı bir devinim halindeydi. Yerimde kaykılarak doğruldum ve sırtımı duvara yaslayarak gözlerimi ovaladım.

Ta ki, minik bir alev göze çarpana kadar.

Gözlerim o minik ışığı takip ettiğinde, makyaj masamın yanındaki koltukta oturan Alanguva'yı görerek duraksadım. Gözlerim karanlığa alıştığında, dudaklarında bir sigara olduğunu gördüm. Bir ayağının topuğunu diğer bacağının üzerinden dizine yaslamış, doğrudan bana bakıyordu. Yüz ifadesi kendisinde görmeye alışkın olduğum gibi ifadesizdi fakat gözlerinin parlaklığını, isteğini inkâr edemezdim. Evime nasıl ve ne zaman girdiğini bilmiyordum. "Burada ne yapıyorsun?"

"Seni izliyorum."

Onu kastetmediğimi biliyordu, ben buraya geliş amacını soruyordum. "Neden geldin?"

"Senin çektirdiğin cezayı asker ocağında bile çektirmezler."

Bu cümlesine hazırlıksız yakalanmıştım. Tek kaşımı kaldırdım. "Askere gittiğini bilmiyorum."

Kılı bile kıpırdamıyordu. "Gitmedim zaten, gidemem."

Sigarasından aldığı dumanı ağzından ve burnundan taşırarak oksijenimi kirletiyordu. “Doğru, kalbin var.”

Sigarasını kemikli parmakları arasına alarak külünü makyaj masamın üstüne silktiğinde, dişlerimin gıcırdadığın hissettim. Ne hakla eşyalarımı harcardı? Onu azarladım. "Sigaranı söndür."

Sigarasını söndürmedi ama bana bir cevap da vermedi. Odada ışık yoktu, yüzümü ne kadar gördüğünü bilmiyordum ama sesimden öfkemi sezmiş olmalıydı. "Kollarımın arasında bir boşluk vardı, onu tamamlamak için geldim."

O bazen göğüs kafesimin yanında bir kürekle bekliyordu ki, duvarlarımı kazıyarak çıkarsın ve kalbime erişsin. İmkânı olmadığını görmüyordu. "Canının istediği her an evime giremezsin."

"Bir şey yapmadım ki," dediğinde gerçekten gözüme bir şey yapmamış gibi görünmüştü. "Sadece izleyecek, sabah olduğunda gidecektim. Uyanmanı beklemiyordum, rahatsız etmek için gelmedim."

Evet, dürüst olduğunu görebiliyordum. Yine de kafasına estiği her an evime girmesi canımı sıkıyordu. "Tamam. Sabah olunca gidersin o zaman."

Sigarasını bir daha dudaklarına verdiğinde, kabullenişimin onu memnun ettiğini gördüm. "Sana bir şey aldım,” dedi yumuşak bir sesle.

Bana bir şey mi almıştı? Neden ki? Dışarıdaki ağacın dalı sallandıkça yapraklarının silueti onun yüzüne yansıyordu. Gözlerine erişimi bir kaybediyor, bir kazanıyordum. "Neden, ne aldın ki?"

"Odanın herhangi bir yerinde," dedi daha sakinleşmiş, yatışmış bir sesle. Sinsi görünüyordu. "Onu bulursan ne aldığımı görürsün."

Bilmiş bakışlar attım. "Bunun için neden çaba harcayayım ki?"

"Çünkü merak ettin."

Evet, merak etmiştim. Tamam, bu merağıma direnebilirdim ama direnmem için bir sebep yoktu. Oyun istiyorsa oynardım. “Peki, onu bulacağım," diyerek kabul ettim. Ayaklarımı yere basarak etrafı kolaçan ettim. "Her yere koymuş olabilirsin Duman, nasıl bulacağım?"

Hevesini gördüm. "Yardımcı olacağım."

Dilimi dişlerimin arasına alarak damağıma doğru kıvırdım ve bacaklarımın üzerinde dikilerek odanın ortasına birkaç adım attım. Duman'ın parlak gözleri göbeğime kaydığında badimin yukarıya sıyrıldığını görerek onu aşağıya doğru çekiştirdim. Pis pis güldü. Şerefsizlik yapmamasını söyleyerek odamda, aldığı şeyi nereye koyabileceğini düşündüm. Duman sanki bulamayacağımı düşünerek oldukça rahat görünüyordu. Yatağımın tam karşısındaki kıyafet dolabıma ilerlemek için birkaç adım attığımda, genizden gelen keyifle sesini duydum. "Soğuk."

Bunu daha ne kadar çocuklaştırabilirdi ki? Bana böyle mi yardım ediyordu. Eh, en azından daha kolay bulacaktım. Dolabıma ilerlemekten vazgeçerek makyaj masama doğru birkaç adım attığımda, "Ilıyor," dedi Duman, erkeksi sesiyle. Eğleniyordu. "Evet, baya ılıyor."

Makyaj masamın önünde durarak üstündeki kalabalığa bakınırken, Duman'ın bakışlarını yanağımda bir yük gibi taşımaya başlamıştım. Elimi uzatsam yüzüne dokunabileceğim kadar yakınımdaydı ama aramızda uçurumlar vardı. "Işığı neden yakıp kendine kolaylık sağlamıyorsun?"

İyi niyetine göz devirdim. O muhtemelen etrafı aydınlatmak için komodin üzerindeki abajura uzandığında, aniden yerimden atıldım ve komodine uzanan elini tuttum. Bu onu durdurdu. İri eli benim elimi kaybetmişti. Parmaklarının kemikli, pürüzlü dokusunu hissederken, "Gerek yok," dedim, onun nefeslerinin hızını hissederken. Odayı kalp atışları doldurdu. Kimindi? "Yakma."

"Sıcak," dedi ansızın, sesinde öfke vardı. Savaştığı şeye olan yenilgisi vardı sesinde. "Yaklaştın sürprizine."

Başımı omzumun üzerinden ona çevirirken saçlarım yüzüme çarptı. Elim elinin içindeydi ve sürprize yakın olduğumu söylüyordu. O halde ona biraz daha yaklaşmalı, sürprizime kavuşmalıydım. Göz temasını koruyarak elimi elinin içerisinden yukarıya kaydırdım ve bileğinin içinden tırmanışa geçtim. Parmaklarım paltosunun üstünden kolunu okşayarak dirseğinin içine yerleştiğinde, "Sıcak," dedi fısıltıyla.  Gözlerinin içinde taş üstünde taş durmuyordu sanki. "Yaklaş sürprizine."

Elimle beraber vücudumda, elime yetişmek için ona yaklaşıyordu ve dizim dizine sürtünmeye başlamıştı. Kotunun sert baskısını pamuklu pijamamda hissediyordum. Dirseğinin içinden yukarıya doğru uzun kolu boyunca çıktım ve omzuna dokunarak orayı araştırdım. Yönümü ona dönmüş, yukarıdan ona bakıyordum. Dudaklarının aralanışını görürken, "Sıcak," diyerek tekrarladı, merhamet dilenir gibi bana bakarak. "Çok sıcak."

Elim ensesinde aşağıya kavisli, kalıplı sırtına, paltosunun altından kayarken, kalçamı dizinin üzerine yaslayarak kucağına oturdum. Duman kaskatı kesildi. Genzini temizleyerek başını arkaya yatırdığında elim sırtıyla beraber koltuğa yaslanmış ve koltukla onun sırtı arasına sıkışmıştı. Elimi kıpırdatamayarak sızlandım. "Bıraksana bulayım."

Gözlerini kapatarak sersem şekilde gülümsedi. "Çok yaklaştın."

Bir eli dizinden düşmemem için belime yerleşerek beni kucağında sabitlerken, diğer eli saçlarımın arasına çıktı. Şu an onun dokunuşlarıyla değil, sadece aradığım şeyle uğraşacaktım. O eksiksiz bir şekilde beni izlerken, parmaklarım yana kaydı ve elim paltosunun içinden karnına sürtündü. Vücudunun her yerine emarelerimi bırakarak sanki bir heykeltraşmışım gibi ona şekil veriyordum. Düz, sert hatlı karnını araştırdım ama dokunduğum yerde de bir şey yoktu. Doğrudan karnına bakıyor, onu izlemiyordum ama onun bana çokça yaklaştığını hissediyordum. Parmaklarım pantolon ağzından aşağıya kayarak kemerine tutunduğunda, "Sıcacık," dedi Duman, adeta inleyerek. Bir cehennem döşeğinin içindeymiş gibi, ter kan içinde kalmıştı. "Kahretsin! Çok sıcak."

"Çok sıcaksa çekeyim elimi?"

"Hayır!"

Kalbinin sesi odayı dolduruyordu. Bu hep böyle olurdu. Duman'ın kalbi olur olmadık zamanlarda kuduran bir köpek gibi, huysuzca çırpınırdı. Sigara dolu nefesi boynumun girintisine sinerken, Duman'ın elimin altında silikleştiğini, azaldığını, yok olduğunu hissettim. Parmaklarım kemer bölgesinde gezinerek biraz daha aşağıya ve sola kaydığında keten pantolonunun cebinde bir çıkıntı olduğunu gördüm. Duman arsız saç tutamlarımı kulağımın arkasına verirken, "Yanıyor," dedi, aradığıma kavuştuğumu anladım. "O kadar sıcak ki..."

Kıvrak parmaklarım cebinden içeriye girdiğinde Duman oturduğu yerde hafifçe yükselerek katlanmış kumaştan geçmemi sağladı ve parmaklarım iri cebindeki yuvarlak şekilleri hissettiğinde duraksadım. Parmaklarım onlardan birkaç tanesini kavrayarak cebinden çıkardığında, gözlerimi kırpıştırarak avucuma düşen şeye baktım.

Kestaneydi.

Hâlâ biraz sıcaktı.

"Sevdiğini bildiğimden almak istedim."

Bana ikinci kez kestane alıyordu. Hoş bir jestti. Uzanarak cebinden tüm kestaneleri çıkardım ve yanımızdaki komodinin üzerine koydum.  Kestanelere bakındıktan sonra tekrardan ona döndüğümde, "Zehir gibisin," dedi, zehirli nefesini yüzüme boşaltarak. "Ben de kudurmuş bir eroin bağımlısı gibi soluğumu hep senin yanında alıyorum. Zehir gibi dilin var ama..." burnunu boynuma dayadı. Tenime kar düştü. "Kokunun bununla bir alakası yok. Mis gibisin."

Gözleri oyuncağının yanı başından gözlerini ayıramayan bir çocuk gibi tekrardan gözlerime tırmandığında, sol elim ensesindeydi ve onun da eli benim ensemdeydi. Yüzlerimiz karşılıklıydı, aramızda bir kalp ritmi vardı. Benden kötü olmayan herhangi bir cümle, söz, cevap beklediğini biliyordum. İyi olana hasretti. Merhametimi istiyordu. "Biliyor musun Duman kalp kırıldıkça azalmaz, çoğalır."

"Demek o yüzden ben azalmanı bekledikçe sen çoğalıyorsun."

Ensesindeki teri sildim. "Hayır Duman, bir gün azalarak bitecek." Kafamı gömleğinin üstünden gerdanına, geniş vücuduna yaslayarak orada kayıplara karıştım. "Bir avuç kalp kırıklığı olacak sana bir avuç kül. Üfleyeceksin, uçacak."

Beni kalbine bastırdı. "Kırdın. Yine çoğaldın."

Bana sarıldığında kollarının arasında bir ceset kadar soğuk şekilde durarak kestanelere uzandım ve ilkini onun ağzına, ikincisini kendi ağzıma verdim. Çenesini başımın üzerine yaslayarak kestanesini yedi. Kollarının vücuduma sarılışını, beni kalbiyle kolları arasına sıkıştırışını hissediyordum. Neden sarıldığımızı umursamıyordum. Dünyada sorgulayarak yaptığım kaç şey doğruydu ki ben bunun doğruluğunu sorgulayacaktım. Kestane dişlerimin arasında ezilirken gözlerimi yumarak, yanağımı ölüm döşeğine yasladım.

Ölüm döşeği, kalbiydi.

Ve şu an benim dünyada kapladığım alan onun kalbiyle kollarının arasındaki mesafe kadardı.

BÖLÜM SONU.